Tanzanyalı Yazar Abdulrazak Gurnah'ın Nobel Edebiyat Ödülü Neden Önemlidir?
Makale / Bhaktı Shrıngarpure

 

abdulrezzak İngilizceden Çeviren: Dicle Arslan

İsveçliler, bu yılki Nobel Edebiyat Ödülü için yaptıkları gizli seçimle herkesi şaşırtmayı bir kez daha başardılar. Abdulrazak Gurnah (d.1948) bu yılın kazananı ilan edildi ve bu prestijli ödülü Afrika kıtasından alan yalnızca altıncı yazar oldu. Kinikler, bahisçiler, kitap kurtları ve Afrika edebiyatı uzmanları için bu haber büyük bir sürpriz oldu. Gurnah'ın kendisinin de ödülü aldığındaki şaşkınlığı, Afrika’nın geniş, çeşitli ve göz kamaştırıcı edebiyat yelpazesine ne kadar az ilgi gösterildiğini göstermektedir. 
Bu gelişmeyle birlikte, Nobel ödülünün büyüsüyle,  nispeten bilinmeyen bir romancı herkesin bildiği bir isim haline gelecek ve Gurnah'ın İngiltere ve Doğu Afrika dışında erişilmesi zor olan kitapları çok satacak. Gurnah’ın Tanzanyalı bir yazar olarak ünlenecek olması, onun karışık ve komplike kimliğinin vurgulanmasını gerektirmektedir. 

Gurnah, aslında, Hint Okyanusu'ndaki özerk bir adalar grubu olan ve altmışlı yıllarda Tanzanya adı altında İngiltere’den bağımsız olarak ana karayla birleşen bir bölge olan Zanzibar’dandır. Bununla birlikte, Zanzibar’ın ana kara ile ilişkisi her zaman kültürel ve politik açıdan endişe verici olmuştur ve Gurnah, Zanzibar'daki Araplara karşı devlet teröründen kaçmak için altmışlı yıllarda İngiltere'ye taşındığını söylemiştir. 

Altı ay önce Samia Suluhi Hassan ise Tanzanya’nın ilk kadın lideri ve başkanı olarak göreve başladı. Gurnah ve Hassan şahsında yaşanan bu gelişmeler, insanı, sömürgeciliğe maruz kalan ve egemen ulus tarafından boyun eğdirilen “küçük yerlerin” susturulmuş tarihleri üzerinde düşünmeye davet etmektedir.

Gurnah ayrıca, daha önce sömürgeleştirilmiş bölgelerden İngiltere’ye göç eden ve göç ve asimilasyon temalarını keşfetme eğiliminde olan insanlardan oluşan Siyah İngiliz Yazarlar olarak adlandırılan gruba da dahildir. İngiltere'ye vizesiz olarak gelen Gurnah'ın, hafızaya ve aidiyet bulmanın imkânsızlığına odaklanan yazıları bu geleneğe önemli bir katkı olarak değerlendirilmektedir. Gurnah'ın çalışmalarının çoğunun merkezinde melankoli ve felç edici bir yabancılaşma bulunmaktadır. İngiltere'ye göç etme deneyimlerine ve karşılaştığı aleni ırkçılık karşısındaki şok olma haline atıfta bulunarak “yalnızlık, yabancılaşma, düşünmek için verimli bir zemin haline geldi ve beni kurgu yazmaya yönlendirdi” şeklinde ifade etmiştir kendisini.

Göç temalarına odaklanan yazarlar olarak Sudan'dan Leila Aboulela, Nijerya'dan Chimamanda Ngozi Adichie ve Teju Coleve, Zimbabwe'den No Violet Bulawayo gibi yazarların tanınırlığı bugün daha fazladır. Ancak Afrika'dan Batı'ya olan yolculuğun deneyimlerini dile getiren ilk yazarlardan biri olarak kabul edilmesi gereken kişi ise Gurnah'dır. 

Postkolonyal Romancı

Gurnah, ilk romanı The Memory of Departure'ı (1987, Ayrılış Hafızası) yayınladığında neredeyse kırk yaşındaydı. Uzun yıllar İngiltere’de yaşamasına ve o zamana kadar edebiyat alanında doktora yapmış olmasına rağmen, bu roman terk edilen bir yere aitmiş gibi görünüyordu. Nitekim Razia İkbal'e iki yıl önce verdiği bir röportajda "hala ayrılıyordum" demektedir. Aslında yayınlanmış olduğu tarihten on yıl önce bitmiş olan bu  romanı ilk olarak Heinemann Afrikalı Yazarlar grubu tarafından reddedilir. Gurnah daha sonra, eserinin Afrikalı mı, İngiliz mi veya diasporik mi olduğu konusunda net bir tespite elverişli olmamasının buna sebebiyet verdiğini anlar. Birkaç yıl sonra, dördüncü romanı olan Cennet Booker Ödülü için kısa listeye girer ve Gurnah'ın eseri daha geniş bir okuyucu kitlesine nüfuz etmeye ve eleştirilerin odak noktası olmaya başlar. Genellikle yerinde durmayan ve kaybın ağırlığı altında ezilen karakterlerden ötürü Gurnah’ın eserleri okunması zor eserlerdir. Eserlerine, toplumun sınırlarında yaşamakla boğuşan kahramanların, ırklar arası aşka mahkûm ve klostrofobik bir yerinden edilme havası hakimdir. Yerler genellikle isimlendirilmez ve anlatısal çözümlemeler çok azdır. Ayrıca içinden geçip gitmeyi okuyucu açısından ürkütücü kılan edebi metinler ağına göndermeler şeklinde zengin bir metinlerarasılık vardır. Virginia Woolf'un basit ama çağrıştırıcı ifadesi, Gurnah'ın eserlerini tanımlamanın harika bir yoludur: “Hafıza iğnesini içeri ve dışarı, yukarı ve aşağı, oraya buraya hareket ettirir.’’ Romanları, düşünsel olmakla birlikte aynı zamanda derinden duygusal olma eğilimi taşır ve yok olmuş dünyalara ustaca can verir.
Nobel komitesi, Gurnah'ın postkolonyal edebiyata katkısına ve kolonyalizmin etkilerini keşfetmesine değindi. Bu elbette doğrudur, ancak postkolonyal çalışmalara getirdiği eşsiz prizmalar üzerinde düşünmek çok daha anlamlıdır. Gurnah'ın eserleri, okyanusu; tarihlerin, kimliklerin, ilişkilerin, samimiyetlerin ve siyasetin ortaya çıktığı ve içinden geçtiği bir yer olarak merkeze koymaktadır. Geniş ancak henüz keşfedilmemiş Swahili sahili, Afrika, Asya ve Arap mirasının zengin bir karışımına ev sahipliği yapar ve Gurnah'ın romanlarında haritaladığı da bu dünyalardır. Akademisyen Tina Steiner'a şöyle bir ifadede bulunmaktadır: “Hindistan veya Hindu kültürlerinden bahsediyor olsanız bile, büyük ölçüde İslami olan ve İslami epistemolojiye dahil edilmiş olan Hint Okyanusu dünyasına, en azından benim bildiğim kısmına ait olma duygusu. Yani dediğim gibi bu, bir kavrayış tarzıdır. Ama sonra gerçekten daha karmaşık meselelerle ilgili olansa diğer şeylerdir. Şiddetin tarihi; başka yerlerden, özellikle de benim de geldiğim Doğu Afrika Kıyısı'ndan insanların sömürü tarihi."  Bu ifadelerinden yola çıkacak olursak, Gurnah'ın eserlerinin, postkolonyal edebiyata yönelik tipik okuma ve düşünme biçimlerine olağanüstü şekilde meydan okuması ve kışkırtıcı olması şaşırtıcı değildir.

Önemli ikinci bir husus da Gurnah'ın lirik bir Müslüman içselliğine dair anlatış tarzıdır. Gurnah'ın özellikle İslam hakkında yazması veya düşünmesi gerekmez ancak dünya çapındaki Müslümanların acımasızca karalandığı ve Teröre Karşı Savaş'ın bu nüfus üzerinde hâlâ büyük bir etkisi olduğu düşünülürse, Gurnah'ın romanlarının okuyuculara, insanlık ve karmaşıklıkla özenle işlenmiş bir dizi Müslüman karaktere erişim imkanı sağladığını kabul etmek çok önemlidir.

Ödüllü Bir Afrikalı

Bu yıl Nobel’de görmezden gelinen aşikâr bir gerçek de söz konusudur: Doğu Afrikalı farklı bir Yazar birdenbire tanınmaya başlanırken, Nobel’i bir kez daha kazanamayan Kenyalı edebiyat devi Ngũgĩ wa Thiong'o'nun o çok tartışılan kaderi. İngilizce konuşulan dünyadaki Afrika edebiyatına, Güney Afrika ve Nijerya'dan gelen yazarlar hakimdir. Nijerya'dan Wole Soyinka'ya ek olarak Güney Afrikalı iki yazarın, JM Coetzee ve Nadine Gordimer'in, Nobel Ödülü'nü kazanmış olmaları bunun basit bir göstergesidir. Ngũgĩ, İngilizce birçok eser yazmıştır. Ancak ana dilini yaşatma konusunda kararlı ve sesli bir savunucu olarak ana dili Gĩkũyũ dilinde eserler yazmaya başlamıştır. Kenya gibi Tanzanya da Swahili kültürünün, edebiyatının ve eğitiminin büyük oranda canlı kaldığı bir ülkedir. Yavaş yavaş dikkat çeken bir ironi de Gurnah’ın Swahili ile bağlantılı olmasına ve ana dili Swahili olmasına rağmen İngilizce yazıyor olmasıdır. Öyle görünüyor ki Nobel, bir kez daha İngiliz dilinin kıtadaki üstünlüğünü ödüllendirmeyi seçmiş ve bu tahakküme karşı yorulmadan savaşan tek yazarı (Ngûgî) küçümsemiştir. Ancak Nobel komitesinin de ifade ettiği gibi, önemli olan tek şey “edebi liyakat” fikriyse, bu övgüye ve prestije Abdulrazak Gurnah'dan daha layık kimse yoktur.

* Bu makale, Scrool.in gazetesinde 09/10/2021 tarihinde İngilizce yayınlanmış orjinalinden Türkçe’ye çevrilmiştir  (https://scroll.in/article/1007234/why-tanzanian-writer-abdulrazak-gurnahs-nobel-prize-for-literature-is-important).