İddiası İtirazı Yöntemleri ve Yarattıklarıyla; Jineolojî
Makale / Jineolojî Kolektifi

whatsapp_image_2023-10-21_at_21.58.22 Bilimin içinde olduğu kriz karşısında bilginin kaynağının ne ya da kim olduğu, bunun bilim üretilirken yöntemi nasıl belirlediği ve bilginin-bilimin kimin için kullanıldığı sorgulamaları ile bilim-yaşam-toplum ilişkisini etik-vicdani değerlerle yeniden ele alan Jineolojî, kavram olarak ilk kez 2008’de, Abdullah Öcalan’ın savunmalarıyla gündeme geldi. Kavramın ilk kullanımının üzerinden 14 yıl geçti; ancak jineolojî hem Kürt Özgürlük Hareketinin hem de Kürt kadınların özgürlük mücadelesinin neredeyse özgürlük mücadelesine denk bir süre boyunca yaptığı çözümlemelerden ve geliştirdiği çözüm önerilerinden filizlenmişti.  Yaşamdan kopuk bilimin, bilimden kopuk devrimciliğin, bilimin cinsiyetçi karakterinin, bilim marifetiyle kadınların görünmez kılınmasının yarattığı kriz tecrübe edilmişti. Jineolojî bu tecrübelerin sonucunda bir ihtiyaç olarak belirdi.

Sosyal bilimlere ve genel olarak tüm bilimlere hâkim kılınan cinsiyetçi karakter kadın bilimini gerekli hale getirdi. Çünkü bilimin kadını görmemesi, kadın gerçeğini aydınlatmaması sadece eksik kalmasına yol açmıyordu, toplumu izah tarzını yanlış kılıyordu. Toplumsal sorunların çözümü amacıyla kurulan sosyal bilimlerin siyasetten ekonomiye, kültürden tarihe birçok konudaki yetersizlikleri ve yanlışlıklarının önemli bir sebebi de kadınsız, kadın deneyiminden yoksun analizlerdi. Kadın gerçekliğini dahil ettiğimiz her bilimsel araştırma bize bildiklerimizden farklı şeyleri gösterdi. Çünkü toplumsallaşma kadın gerçeği ve kadın deneyiminin başat olduğu bir gerçekliğe sahip. İşte kadın bilimine bunun için ihtiyaç duyuldu.

Sosyal bilimlerin bir diğer sorumluluğu da yaşamı tanımlamaktı. Yaşamı tanımlamak fizik ve biyoloji kanunları ile canlılığı ifade etmenin ötesinde bir içeriğe sahip. Dinlerin, mitolojilerin, felsefelerin açıklamaya çalıştığı yaşamın amacı nedir, ne olmalı sorusunun bilimden dışlanması büyük bir sorundu. Çünkü insanın temel vasfı olan yaşam farkındalığı ve anlamlandırma gücünü sakatlıyordu. Bu nedenle pozitivizmin bilim alanından kovduğu felsefeyi yeniden bilimle buluşturmaya ihtiyaç vardı. Toplumsal yaşamı kavrayabildiğimiz ve anlamlandırabildiğimiz ölçüde yaşadığımız ağır toplumsal sorunlara çözüm gücü olabilirdik. İşte jineolojî bu anlamı, kadim dillerin ve kültürlerin kurduğu kadın-yaşam bağı içinde aradı. Jineolojî’nin yaşam bilimi olma tanımı da buradan geliyordu.

Kadın kimliğine biyolojik cinsiyetin ötesinde ve elbette biyolojik nitelikleri de gözeterek ama sosyal, siyasal ve ekonomik boyutları da içeren bütüncül bir var olma hali olarak bakma ihtiyacı, jineolojînin açığa çıkmasındaki itici güçlerdendi. Çünkü toplumsal olanı açığa çıkarmayı dert eden, toplumsal düşünce ve eylemi yaratabilecek yeni bir siyasala ve onun dayanacağı bilime ihtiyaç duyuluyordu. Pozitivist bilimin karşısında kadın, yaşam ve bilim arasındaki katmanlı ilişkiyi görebilecek, mevcut bilim politikalarını ifşa edecek, yok sayılanı merkezine alacak, ters yüz edilmiş bilgileri kadın bakış açısıyla yeniden yorumlayarak toplumsal olanı üretebilecek bilimsellik; yeninin-başka türlünün dayanağı olabilirdi.

Bu bağlamda Mezopotamya’daki devlet öncesi komünal toplumlar ve ana tanrıça kültürleri hakkında bulgular, Kürdistan'daki kadın özgürlük mücadelesi içinde ortaya çıkan teorik ve pratik bilgiler feminizm de dahil olmak üzere dünya çapındaki kadın özgürlük mücadelelerinin deneyimleri jineolojînin önemli referans noktaları oldu. Özellikle yaşamın kendisini bir bilgi kaynağı olarak anlamak; yaşam deneyimlerimizi yansıtarak yoksulluk ve zenginlik, baskı ve tahakküm arasındaki çelişkilerin ortaya çıkarabilir, krizlerin ve adaletsizliklerin nedenlerini tanıyıp isimlendirebilirdik.

“Tüm bilimlere olduğu gibi sosyal bilimlere de damgasını vurmuş erkeklik söyleminde kadından bahseden satırlar, gerçekliğe hiç dokunmayan propagandatif yaklaşımlarla yüklüdür. Kadının gerçek statüsü bu söylemlerle tıpkı uygarlık tarihlerinin sınıf, sömürü, baskı ve işkenceyi örtbas etmesi gibi belki de kırk kez örtülmektedir. Feminizm yerine Jineolojî (kadın bilimi) kavramı, amacı daha iyi karşılayabilir.” değerlendirmesi sistemin tarihsel dayanaklarını irdelemeden, sadece içeriden dönüştürmeye çalışmanın taşıdığı handikaplara vurgu yaparak kadınların kendi yolunu yaratmasının cazibesini taşıyordu.

Tahakkümle büyüyen sistemlere, bilim tartışmalarına ve tarihin akışına hali hazırdaki karşıtlıklarla ya da yeni karşıtlıklar yaratarak yaklaşmayı temel sorunlar arasında gören paradigması düşünüldüğünde “yerine” ifadesi daha anlaşılır olabilirdi. Bu ifade, jineolojînin bir bilim, kadın bilimi, yaşam bilimi olarak feminizmin de güçlendirilmesinde rol alması gerektiğini vurguluyordu. Bir ideoloji, patriarka karşıtı toplumsal bir hareket olarak ele alabileceğimiz feminizme dair de Jineolojîye sorumluluk yüklüyordu. Benzer değerlendirmeler sol sosyalist ideolojiler ya da demokrasi güçleri diye ifade edilen tüm muhalefet kesimleri açısından da geçerliydi.

Bu arayışlardan ve yeniyi inşa arzusundan beslenerek, bu inşanın zeminini güçlendirecek bilgi kaynaklarını açığa çıkarmayı, oluşturmayı araştırmalarının odağına yerleştiren jineolojî Kürdistan'daki kadın devriminin ve toplumsal direniş ve örgütlülüğün tarihsel temelleri, olanakları; kadınların özgürlük sorunları, varlık-anlam-form bütünlüğünde kadınların kendilerini anlamlandırması; yaşam-bilim-toplum bağının kadın eksenli yeniden oluşturulması gibi konularda araştırmalarını geliştirmeye çalıştı.

Nihayetinde jineolojî bir sıfat değildi. Kelime anlamı jin (kadın), loji (bilim) olarak kadın bilimi anlamına gelse de kadın gerçeği üzerine yürüttüğümüz tartışmalar neticesinde bunun daha geniş bir kapsamı olduğunu gördük.  Tartışmalarımızda geldiğimiz aşamada Jineolojî’yi kadın bilimi, yaşam bilimi, eş yaşam bilimi, demokratik modernite paradigmasına dayanarak gelişen bir bilim, kadın devriminin dayandığı sosyal bilim… gibi çoğaltılabilecek birçok tanımla ele alındı.  Kapitalist modernite eliyle öteki haline getirilen, sömürülebilir, hukuk ve statü dışı alanda tutulan ama buna meydan okuyan tüm kişilerin, grupların, hareketlerin kavramsal, kuramsal arka planının, eyleyene ve yönetene dönüşebilme imkânlarının peşine düşen, tarihsel yoruma dayanan bilim olma iddiasındaydı.

Jineolojînin en güçlü iddialarından “Xwebûn” birçok anlamın yanı sıra kadınların, belki de ilk kez, kendilerini tanımlayacakları ve kendi tanımlarıyla varoluşlarını örebilecekleri bir zeminde-bilimde, kehribarlaşıyordu. Kadın varlığının doğru tanımlanmamasının bir nedeni de mevcut epistemolojilerin belirlediği doğruluk, rasyonellik kıstasları ile ilgiliydi. Erkek egemen bakış açısının doğruluk, bilimsellik, nesnellik kriterleri içinde kadın varlığı doğurgan, dişi cins, erkekliğin karşıtı bir konumda ele alınıyordu. Oysa kadın varlığı bunun ötesinde anlamlar taşıyordu. Ataerkil sistemin ve cinsiyetçi ideolojilerin inşa ettiğinin ötesindeki kadın hakikatini açığa çıkarmak için tarihsel, etimolojik, arkeolojik, antropolojik araştırmaların verilerini ve bu hakikatin en görkemli yaşandığı Ortadoğu topraklarında kalan kalıntıları yeniden yorumlamaya götüren de bu dayanaklar oldu.

Demokratik ekolojik ve kadın özgürlüğüne dayalı paradigmanın dayandığı bilgi yapılanmalarını açığa çıkarma iddiasındadır jineolojî. Jineolojînin epistemolojisi, demokratik uygarlık damarına dayanır. Dolayısıyla bugüne kadar ataerkil sisteme karşı mücadele eden bütün sistem karşıtı hareketlerin dayandığı ahlaki politik yapılanmayı açığa çıkarma sorumluluğunu da üstlendi. Bu konuda temel çelişki noktası ilk tahakküm ilişkisini, cins çelişkisini çözmekti. Ve ilk ve son sömürge kadın ile güçlü ve kurnaz erkek arasındaki egemenlik ilişkisini aşmaktı. Sosyal bilimlerin -bütün bilimlerin toplamının- kadın varoluşunun tarihsel, kapsamlı ve gerçekçi yeniden yorumlanmasıyla toplumsal olabileceği belirlemesi devasa bir deneyimin çıktısıydı. Faşizm ilkin iki kişi, kadın-erkek, arasındaki ilişkinin bozulmasında kendisini göstermiş ve peyderpey yaşamın tüm alanlarına yayılmıştı. Tahakkümün, erkek egemenliğinin ve kapitalizmin bu ilişkinin pejoratif niteliğine dayanması da tesadüf değildi çünkü kapitalist modernitenin kurum ve kuramlarının altını oydukça karşımıza cinsiyetçilik çıkıyordu. Bilgi de bilim de bu donukluk içinde sabitleniyor; başka türlü bir yaşamın mümkün olmadığı ezber ettiriliyordu.

Bu nedenle jineolojî bilmenin var olma ile bağlantısı temelinde demokratik uygarlık sisteminin dayanacağı bilgileri açığa çıkarmak kadar bu bilgilere dayanan bir özelliğe sahiptir. Mevcut epistemolojilerde kadın varlığının yani ontolojisinin ötekileştirilmesi ve bunun mitoloji, din, felsefe ve bilim ile meşrulaştırılması kadın eksenli araştırma ve bilgi üretiminin ne kadar belirleyici olduğunu gösterir. Akışkan enerji, regl, duygusal zekâ gibi yönler kadının doğayla olan bağının incelikli ifadelerinden. Ancak tam da bu yönlerin egemen sistem tarafından lanetlendiğini, olumsuz gösterildiği, kadın varlığına yöneltilen saldırılara zemin olacak şekilde çarpıtıldığını görüyoruz. Kadının tarihsel özellikleri kadını köleleştirmek için kullanılıyor; bu mitoloji din felsefe ve bilim ile meşrulaştırılıyordu.

Kadının bir mal, meta olarak kurgulandığı bir sistemde kadının kendine ait olması bir diğer deyişle xwebûn bu bilinçlenme süreçleri ile bağlantılıdır. Jineolojî bu anlamda kadının xwebun yolculuğunun da bilimidir. O halde varoluşun krizi anlamına gelen mevcut bozulma, bilimin derdi haline gelmedikçe, bilimi bu bozulmayı derinleştirmenin aracı olmaktan çıkartmadıkça sistemler bildik yöntemlerle kendini sürdürmeye devam edecekti. Jineolojî ise bunlara esaslı bir müdahaleden bahsediyordu; bu da kendilerini kurarken dayandıkları erkek egemen verilerin itibarını, mutlak gibi sundukları zihniyetlerini ve tüm mekanizmalarını sarsmakla, eş zamanlı olarak kendi idealini inşa etmekle mümkün olabilirdi.

Varoluşun ikilemler üzerinden ilerlediği; ancak bu ikilemlerden birinin tek başına mutlak iyiyi, güzeli, doğruyu temsil edemeyeceği, ikilemin taraflarının taşıdığı farklılıkları gözeterek, aynılaştırmadan ve birbirleri üzerinde tahakküm kurmadan yürümesi gerektiği tespiti, jineolojî açısından ön açıcı oldu. Doğanın en büyük doğumu olan insanda açığa çıkmış kadın ve erkek ikileminin hem tikel olarak birbirlerinde hem tek tek bireylerde hem de doğanın tüm diğer bileşenlerini kapsayan kümünde bir karşılığı vardı.  Yaratıcı, itici, üretici ve istikrarlı özgürlük arzusu, bu arzuyu eyleme dönüştürme eğilimi belirgindi; devletli, sınıflı, hiyerarşik uygarlık kendini esasmış gibi sunarken bile. Jineolojî kadın tanımının aynı zamanda erkek tanımını da açığa çıkardığının bilinciyle kadını bilimsel olarak tanımlamayı esas aldı. Bu konuda araştırmalar yapıyor, dersler veriyoruz. Kadın ile erkeği birbirinin karşıtı olarak gösteren yorumlar yerine hem her cinsin öz kimliği ve varlığını açığa çıkartmasını hem de kadın ile erkeğin birbirini tamamlaması temelinde eşyaşamın bilimi olma iddiasını pekiştiriyoruz Jineolojîyle. Eşyaşam, kadın ile erkek arasındaki tahakküm ilişkilerinin aşılması ile anlaşılabilir. Buradan yola çıkan Jineolojî’nin kadın köleliğini çözmek kadar iktidar erkeğini çözümlemek, kadın özgürlük ölçülerini olduğu kadar özgür erkek ölçülerini açığa çıkarma görevi var. Bu anlamda “erkeğin değişimi/dönüşümü”, erkeğin özgürlük ölçüleriyle buluşması eşyaşamın bilimi olan Jineolojî’nin en önemli gündemlerinden biri. Toplumsal ilişkiler bütünsellik içerisinde eşyaşam araştırmalarıyla, tartışmalarıyla erkeği kendini sorgulayan, kadın üzerinde kurduğu tahakkümü ve sistem karşısında yaşadığı köleliği çözümleyen ve bununla mücadele eden, aşmaya çalışan bir erkek gerçekliğinin oluşmasına katkı sunuyor. Jineolojînin hevjiyana azad (birlikte özgür yaşama) bilimi olması Jineolojî’yi erkeklere dair de kılıyor.Yani erkek atölyeleri, eğitimleri de Jineolojî çalışmalarının bir parçası. Hevjiyana azad, ailenin demokratikleşmesine ilişkin eğitimler çalışmalarda öne çıkan bir yer tutuyor. Bu eğitimler, tartışmalar ve araştırmalar sayesinde kadınlar ve erkekler hayatları üzerinde düşünmeye başlıyor. Erkek egemen devlet zihniyetini değiştirmeye ailelerinden, çevrelerinden başlıyorlar.

Tartışmalarımız bu anlamda kadını “sosyolojinin özü”, “özne nesne toplamı”, “toplumun özü ve tortusu” olarak ele alan “erkeği öldürmeyi” sosyalistleşmenin ön koşulu olarak koyan Abdullah Öcalan’ın belirlemelerini anlama yönünde zengin bir zemin de sunuyor.

Ancak mevcut ikilemde yeni bir bilim inşa etmeye çalışırken görünmez kılınanın kadın kimliği olduğunu, patriarkal ve kapitalist sistemler henüz kendi isimleri bile patriarkal ve kapitalist diye konulmamışken bu görünmezliği ince bir işçilikle üretmeye başlamış olduğunu, kurumsallaştıkça savaştıklarının da kadın kimliği olduğunu sürekli akılda tutmak gerekiyor. Denetlenen, kontrol altında tutulan, tahakküm odaklarının ihtiyaçlarına göre sürekli ve yeniden inşa edilen bu kimliğe karşı açılan savaş, yaşamı gözlemleme, gözleminden yaşam bilgisini üretme ve gördüğünü yorumlayarak harekete geçebilme, kendi kendini yönetmeye girişme cesaretiyle doğrudan ilişkili. Mevcut pozitivist bilim, felsefe ve dinin erkek egemen yorumlarından süzülerek karşıtlıklar yaratıyor, insanın özgür bir varoluş için verdiği mücadelenin eksenini kaydırıyor. Çelişkilerle boğuşup durmak, hakikate dair düşünmeye ve eylemeye sıranın gelmeyeceği bireyselliklerin ve topluluk psikolojilerinin içine hapsediyor.

Jineolojînin Yolu Kadınların Yolculuğu

2009 yılından bu yana Kürt kadınları ve dünyanın farklı yerlerinden kadınlar olarak Jineolojî’yi bir kadın bilimi olarak geliştirmek için büyük bir ilgi ve çaba sarf ediyoruz. Esas aldığımız yöntemler olduğu kadar kendi yolunu yöntemini deneyimleriyle de şekillendiren bir yolculukta olduğumuzu söyleyebiliriz. Özgürlük Sosyolojisi yayınlanır yayınlanmaz, farklı yerlerde çoğunun birbirleriyle doğrudan bağlantısı olmayan kadınlar, Jineolojî üzerine okuma grupları, tartışma grupları oluşturdu. Maxmur mülteci kampında kadınlar 2009 yılında Jineolojî ile ilgili bir okul kitabı hazırladılar ve o tarihten bu yana Jineolojî liselerindeki müfredatta yer alıyor. Türkiye cezaevlerinde kadın mahkûmlar ortak tartışmalara başlayıp araştırma gruplarında örgütlenerek, bu tartışmalarını Jineolojî üzerine çıkan ilk kitap olan “Jineoloji Tartışmaları” başlığıyla hazırladılar. Bu kitap 2015 yılında yayımlandı. 2012'de Hewler'de, 2014'te Almanya'da farklı yapılardaki kadınlar bir araya gelerek Jineolojî üzerine konferanslar düzenlediler. 2013 yılından beri Kuzey Kürdistan'da kadınlar Jineolojî atölyeleri düzenliyor. Jineolojî üzerine yapılan araştırmalar, yaşanan gelişmeler ve tartışmalar da “Jineolojiye Giriş” başlıklı ikinci kitapta yayımlandı. Bu kitap farklı dillere çevrilmesiyle jineolojînin bütün kadınlara mal edilmesi yönünde önemli bir adım atıldı. 2016 yılının 8 Mart'ında bilimsel-teorik süreli bir dergi olan “Jineoloji Dergisi” yayınlanmaya başladı. Bunlar kadınların kendi bilimlerini geliştirmeye yönelik attığı ilk adımlarından bazılarıydı.

Son zamanlarda Kürdistan'da, Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Abya Yala'da (Güney Amerika) Jineolojî bilimini inşa etmek ve kadınlarla bu yeni bilimin ilkelerine göre yol almak için farklı şekillerde çalışmalar yapılıyor. Jineolojî, farklı bölgelerde kadınların ihtiyaçları ve istekleri doğrultusunda çeşitli formlarda gelişimini sürdürüyor. Kuzey ve Doğu Suriye'de Jineolojî Araştırma Merkezleri ve Rojava Üniversitesi'nde Jineolojî bölümü, Kuzey Kürdistan ve Türkiye'de Jineolojî Atölyeleri, Güney Kürdistan'da Jineolojî kursları, yurt dışında Jineolojî Merkezi ve Jineolojî Kampları, farklı konularda oluşturulan Jineolojî çalışma grupları, Jineolojî Dergisi, Jineolojî Yayın Komünü, Andrea Wolf Enstitüsü Jineolojî eksenli oluşturulan bu kurumsallaşmalara örnek olarak verilebilir. Bunların yanı sıra 2010'dan 2023'e kadar farklı bağlamlardan, farklı tarihlerden, mücadelelerden, direniş tarihlerinden gelen kadınlar arasında paylaşımları güçlendirmek, etkileşim yaratmak amacıyla çeşitli konferanslar, seminerler, forumlar, eğitimler, tartışmalar, projeler düzenlendi. Bunlar, kadınların kendilerine ait bilgilerini öğrenmesi ve bu bilgiyi birbirleriyle paylaşması için önemli zeminlere dönüştü. Artık farklı ülkelerde oluşan Jineolojî gruplarındaki kadınların arasında gelişen dayanışma ve iletişim, evrensel olarak daha ortak bir mücadele yaratıyor.

Jineolojî bu çalışmalarla farklı kadınların mücadelelerini birbirine bağlıyor ama aynı zamanda kadınları ve toplumu dönüştürüyor. Böylece aslında kendilerinde var olan bilgiden yeni bir şey yaratmak, geliştirmek için kendilerine dönmeleri gerektiğini, zengin bilgi kaynaklarına sahip olduklarını görmelerini sağlıyor. Bu amaçla Jineolojî Akademisi bünyesinde pek çok enstitüsü veya çalışma yeri bulunmakta. Böylece farklı yerlerdeki çalışma ve incelemeler aracılığıyla, ilk kadın devrimiyle ilgili gerçekleri ve bilgileri toplamaya ve görünür hale getirmeye çalışıyoruz. Çünkü bu tarih ve eşitlikçi, dayanışmaya dayalı toplumları anlatan kadınların hikâyeleri, hâkim tarih yazımında yadsındı, yok sayıldı ya da “bilim dışı” olarak diskalifiye edildi. Devlet dışı, ataerkil olmayan yaşam kültürlerinin varlığına dair bilgi ve farkındalığı, kavramsal ufkumuzu zenginleştirme olarak anlıyoruz. 21. yüzyılda kadın devrimini gerçekleştirebilmek için öncelikle ataerkil, sömürgeci gerçekleri sorgulamamız, din ve pozitivizm dogmalarını kırmamız gerekiyor. Çalınan bilgi ve değerleri geri alabilmemizin ve özgür bir yaşam kurma yolunda ilerleyebilmemizin önkoşulu bunu görüyoruz.

Rojava devrimiyle birlikte dünyanın farklı yerlerinden Rojava'ya gelen kadınlarla jineolojî çalışmalarının etkileşimleri, Jineolojî açısından özel bir yere sahip. Jineolojî, farklı ülkelerden gelen kadınlarla Kürt Kadın Hareketi, Arap kadınları veya genel olarak örgütlü kadınlar ve bölge toplumu arasında buluşma alanı da yaratıyor. Böylece kadın devriminin bilimi olan Jineolojî, Rojava kadın devriminin değerlerinin farklı bağlamlarda filizlenmesinin köprüsü oluyor.

Ortadoğu’dan Avrupa’ya, son yıllarda Güney Amerika'dan Kuzey Afrika'ya kadar yayılan bağlantılar, yapılan konferanslar, seminerler, yüz yüze görüşmeler ve tartışmalarla giderek güçleniyor. Bu temelde ortaklıklar kuruluyor. Jineoloji Akademi diğer kadın kuruluşları ve kurumlarıyla farklı kolektif projelere katılıyor. Son dönemde Güney Kürdistan’ın Süleymaniye kentinde kurulan Kürt Kadın Kütüphane, Arşiv ve Araştırma Merkezi de bunlardan biri. Bu Kürdistan bağlamında bir ilk, Kürt kadınları için de bir ilk aslında.

Sonuç Yerine;

 Jineolojînin yaptığı sadece ataerkil ve pozitivist “bilimsel” yaklaşımı yıkmak değil, Jineolojî aynı zamanda bizi köklerimize götürüyor. Dünyanın her yerinde kadınlar bu köklere bağlanmaya çalıştılar. Kendi tarihimizi, yazılı olmayan tarihimizi araştırmak, annelerimizin izlerini takip etmek, direniş kaynaklarımızı tespit etmek bize bugün için büyük güç veriyor. Jineolojî bize bu deneyimleri de birbirine bağlayacak ortak bir çerçeve veya ortak bir dil sunuyor. Buna dayanarak, bu ortak dili derinleştirmek ve geliştirmek, aynı zamanda özgürlük ahlakına/etiğine bağlı olarak araştırmalarımızı sürdürmek bizim için esas oluyor. Jineolojî ile kadın özgürlük mücadeleleri başta olmak üzere sistem karşıtı ekolojik, anarşist, antikapitalist bütün mücadelelerin dayanacağı bilgileri açığa çıkarmayı amaçlıyoruz. Çünkü aslında özgür bir toplum, yani kadınların özgürlüğü için mücadele ediyoruz. Bu bilgilerin toplumun değişim dönüşümünde yine toplumun ahlaki politik yapısı ile yeniden buluşmasında belirleyici bir rolü var. Jineolojî sadece bir teori ya da akademik alanda var olan ve orada kalan bir şey değildir; topluma geri döner. Böylece toplum bu bilgiyi öğrenir ve onu kendisini yönetmek, özgürleşmek, kendini örgütlemek için kullanabilir. Bireysel ve kolektif olarak bir özgürleşme sürecidir. İçinde olduğumuz savaş, adaletsizlik, küresel sosyal ve ekonomik kriz zamanlarında ortak bir bilgi tabanına, özgür düşünceye ve ortak bir düşünce yapısına her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.

Özgürlük bilincini edinen kadınlar yaşama, topluma, kadın erkek ilişkilerine nüfuz etme gücünün farkındalığıyla, bilimsellik sıfatına müdahale ediyorlar, bilginin sınırlarını genişletiyorlar. Bu önemli, çünkü bilimsel bilgi kapsamına neyin alınacağını tarih boyunca çoğunlukla iktidar ve erkek egemenliği etkisiyle belirlendi. Bu yüzden yöntemi sabitleştirmek, mutlaklaştırmak yerine yöntem zenginliğini esas alan bir yaklaşımla, her yöntemin kusurlarını, sınırlılıklarını görerek kadın hakikati ve bilgisini açığa çıkaracak yöntemin peşindeyiz.